Kişisel Markalama Tarihini Yazalım!
- Onur Y.
- 5 gün önce
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 gün önce
Bana göre Türkiye'de kişisel markalama kavramını tam anlamıyla bilen kişi sayısı, bir elin parmaklarını geçmez. Benim o elde yerim var diyemem. Ancak kavramı insanlara anlatma yolunda çaba gösterdiğimi söyleyebilirim. Şimdi konuya tarihsel bir perspektif getirelim.

M.Ö. 400 civarı
Pers asilzadesi Tissaphernes’in yüzü, yaşadığı bölgenin paralarına basıldı. Para bundan 400 yıl önce bulunmuştu. Ancak insanlar o zamana kadar üzerine sadece Tanrı figürleri ve semboller basmıştı. Bu konuda İsviçre Para Müzesi şöyle diyor: "Kaderini kendi eliyle yazdığına inanan insanlık paraya kendi resmini bastı. Hem para hem de medeniyet değişti."
M.S. 200’ler
Antik Roma'da gladyatör dövüşleri bir halk eğlencesiydi. Tıpkı bugünün futbolu gibi. Hatta ünlü gladyatörler ürün tanıtımı da yapıyorlardı. Tıpkı günümüzdeki sporcular gibi. Kişi ve marka iş birlikleri böyle başladı. O dönemde gladyatörler yağ lambalarına ve çömleklere resmediliyor, hatta çocuklar için kil figürleri yapılıyordu.
M.S. 543
Bizans İmparatoru I. Justinianus önce kurduğu kente adını verdi: Justiniana Prima. Ardından kente kendi heykelini taşıyan 70 metrelik “Justinian Sütunu”nun dikilmesini emretti.
800’ler
Çinli mucitler, tahta kalıpları mürekkebe batırıp kağıda bastırarak kitapları seri şekilde basmanın yolunu buldu.
1440
Johannes Gutenberg, Avrupa’da hareketli matbaa harflerini icat etti. Kitaplar artık elle yazılmak zorunda değildi. Bilgi, hızla çoğaltılabilir hale geldi.
1765
İngiliz girişimci Josiah Wedgwood, Kraliçe Charlotte için özel bir porselen çay takımı tasarladı. Kraliçenin ismiyle özdeşleşen bu ürün daha sonra “Queensware” adıyla markalaştırıldı.
1800’ler
Günlük gazeteler halkın hayatına girdi. Kitle iletişiminin temelleri böyle atıldı.
1920’ler
Radyo gazeteye katıldı. Artık ses de vardı. Sıra televizyona gelmişti.
1920–1960’lar
Film sektöründe devrim yaratan Hollywood sadece film çekmedi; yıldız yaratmaya başladı. Joan Crawford gibi oyuncuların yalnızca sanatları değil, aşk hayatları hatta kahvaltı alışkanlıkları bile medya gündemindeydi. Film stüdyoları medya ile gizli anlaşmalar yaparak oyuncularını birer ikon haline getirdi.
1937
Napoleon Hill’in çok satan kitabı Düşün ve Zengin Ol, başarı için kişisel gelişimi anahtar olarak sundu. Hayal ettiğin gelecek, bir gün senin olabilir fikri kitleleri etkisi altına aldı.
1941
İlk televizyon reklamı yayınlandı. Süre: 10 saniye. Fiyat: 9 dolar. Etki: Büyük.
1967
Che Guevara’nın 1960 yılında çekilen ikonik portresi, ölümünden sonra T-shirt’lere, posterlere ve her türlü ürüne yayıldı. Anti-kapitalist bir figür, kapitalizmin poster çocuğuna dönüştü.
1973
"An American Family" adlı belgesel dizi, sıradan bir Amerikan ailesinin hayatını ekranlara taşıdı. Reality programı doğmuş oldu.
1985
Michael Jordan’ın efsanevi Nike Air Jordan serisi piyasaya sürüldü. İlk yıl 50 milyon dolardan fazla satış yaptı. Marka iş birlikleri artık büyük bir ekonomi haline gelmişti.
1997
“Kişisel marka” kavramı ilk kez Fast Company dergisinde Tom Peters tarafından dile getirildi.
Mesaj netti: Şirketler markaysa, sen de olabilirsin. Hatta bugünden sonra sen bir markasın. (You are a brand!)
2005
2005'te Youtube kuruldu. Bir yıl sonra Facebook halka açıldı. Aynı yıl Twitter yayına başladı. Fotoğraf temelli Instagram 2010’da geldi. Sosyal medya artık hayatın merkezindeydi.
2007
Keeping Up With the Kardashians yayına girdi. Kardashian ailesi “kendileri” olarak tüm dünyada ünlü oldu.
Kris Jenner, bu şöhreti markalaştırarak yönetti.
2010’lar
Sosyal medya kullanıcıları, kendi hesapları üzerinden ürün tanıtarak gelir elde etmeye başladı.
Ünlü ile takipçi arasındaki çizgide yeni bir figür doğdu: Influencer.
2016
TikTok sahneye çıktı. Yeni nesil, kişisel markalarını yaratma fırsatını video temelli bu platformda buldu.
"Kişisel Marka" hala soyut bir kavram. Bilimsel bir temeli yok. İşte bu nedenle bizi kişisel markalamaya götüren yüzlerce an arasından önemli olanlarını, karışık olarak derledim.
Bu liste ne kronolojik bir sıralama, ne de akademik bir iddia taşıyor. Bu bir kesit…
İnsanın, yüzünü paraya bastırdığı andan itibaren kendini "marka" olarak konumlama hikayesine dair bir bakış.
Çünkü mesele sadece bir isimle anılmak değil, bir anlamla hatırlanmak. Çünkü mesele sadece görünür olmak değil, görünüşünün ardında bir inşa bırakmak.
Bugün “kişisel marka” dediğimiz kavram, bir LinkedIn profili ya da iyi çekilmiş bir Instagram fotoğrafından ibaret değil. O bir arayış. Bir varlık çabası. "Ben buradaydım" izi bırakma dürtüsü.
Ve bunu anlamadan marka olunmuyor. Çünkü marka olmak, görünmek değil fark edilmek demek.
Kişisel marka olmak, ses çıkarmak değil; yankı bulmak demek.
O yüzden buradaki her an, geçmişin içinden bugüne seslenen bir pusula gibi.
Tissaphernes’in parasındaki yüz de, Michael Jordan’ın ayağındaki ayakkabı da, Che’nin tişörtü de, Kardashian’ların kamerası da aynı şeyi söylüyor:
“Kendine sahip çık. Çünkü birileri seni pazarlamaya çoktan başladı.”
Bugün adına "kişisel marka" dediğimiz şey, aslında insanın kendi kaderini yazma hakkını geri almasıdır.
Sonsuz içerik gürültüsünün ortasında, bir iz bırakıyorsan varsın. Artık mesele senin kim olduğun değil — senin hangi fikirle, duruşla ve değerle hatırlanacağın.
Ve bu çağda, kendi öyküsünü yazmayanlar…
Başkalarının kaleminde birer dipnot olur.
Onur bey, tam doğru zamanda uzaktan bir mentorluk alıyorum sizden. Çok değerli bir aktarım yapıyorsunuz. Teşekkürler. “O bir arayış, varlık çabası” sözünüz gerçekten etkiledi.