top of page
  • Onur Y.

Eninde Sonunda Marka Yazacağım!

Bu yazının neyle ilgili olduğu ya da olacağıyla ilgili hiçbir fikrim yok. Tuşlara dokunalım, kendiliğinden ortaya çıksın bakalım.



Genelde şöyle yazarım: Önce aklımda temel bir düşünce belirir. Daha doğrusu son fikir. Net bir önerme.


Ne anlatacağımı belirledikten sonra işin nasıl kısmını düşünür; ana fikir üstüne öykücüklerden oluşan bir koza örerim. Araya temel teorileri serpiştirmeyi severim. Her şey bittikten sonra başlığa geçer ve son noktayı koyarım.


Sistematik düşünürüm, alıştığım planı takip ederim, matematiksel bir kurguda yazarım. Bu akşam hariç. İlginç bir şekilde tuşlara basmaya başladığım an ile şimdi arasında bir fark yok: Ne anlatacak bir fikrim var ne de net bir konum.


Şimdilik sesli düşünüyorum. Düşündüğümü direk yazıyorum. Geri dönmeden, spontane ilerliyorum. Ne yazacağım belirsiz olsa da, kesin olan bir şey var: Eninde sonunda markadan bahsedeceğim.


Eninde sonunda da ilginç bir deyim. Enine boyuna gibi karşıtları birleştiren bir ikileme değil. Sanki bozuk gibi. Söz grubunun orijinali "önünde sonunda". Aynı anlama gelse de bugüne kadar kullananı duymadım. Markadan niye buraya atladım onu da bilmiyorum. Rastgele yazmanın ruh hali demek ki...


İletişim duayeni, şahane hanımefendi Betül Mardin, bir konu hakkında ne kadar konuşursanız, o alanda o kadar uzman görünürsünüz demiş. Sözü bana iş yaptığım biri söylemiş, ardından eklemişti: Bu yüzden mi her konuşmanda illa marka geçiyor?


Hiç düşünmeden valla değil demiştim.


Gerçekten aklımda hep marka var. Konu ister istemez ona geliyor. İşte doğası gereği öyle. Ancak evde de durum farksız. Annemle bile konuşurken, kendimi marka anlatırken ya da bir konuyu markalaştırma çerçevesinde değerlendirirken buluyorum.


Üniversitenin ilk yıllarında, reklam konularının yeni başladığı dönemde, Kreatif Düşünce Teknikleri isimli bir dersimiz vardı. Hocamız (maalesef erken kaybettik) uygulamacıydı. Yani sektörden biriydi, reklam yazarıydı. Bir dersinde bizimle ödüllü global reklam örneklerini paylaşmış ve basın ilanlarını analiz etmişti. Gördüğüm her reklamda biraz daha strese girmiş, dersin sonunda yanına koşarak... "Hocam bu adamlar bunları nasıl düşünüyor? Bizim böyle fikirler çıkarmamız çok zor" demiştim.


Gülümsemiş... Sakince hiç de öyle değil demişti. "Yaratıcılık dediğimiz şey öyle olağanüstü bir icat, insanüstü bir beceri değildir. Elbette kişilik özelliklerin yeteneğini etkiler. Ancak gerçekte olay "Yönlendirilmiş Düşünce", gavurun deyimiyle "Directed Thinking" meselesidir. Bir şey üzerinde ne kadar düşünür ve odaklanırsan... Zamanla başkalarının göremediklerini görürsün. Çok da zor değildir."


Yıllar içinde haksız olmadığını anladım.


Beceri seti önemli bir başlangıç. Yani soyut düşünme yeteneği güçlü, yazma kabiliyeti olan biriyseniz avantajlısınız. Üstüne pazarlama eğitimi aldığınızda yol yordam öğreniyorsunuz. Ancak böyle çok kişi var. Belki alanınızda %10'a girer, nispeten başarılı olursunuz. Ancak mesele %1'e girmek. İşte bu, odaklanma artı adanmışlık gerektiriyor.


Ben işimde %1'deyim demiyorum. Ona bizimle çalışanlar karar versin. Fakat odaklanma ve adanmışlık yarışıysa bu, kralı gelsin derim.


İşimiz marka doğru. Fakat ben öğle yemeklerinde bile marka konuşuyorum. İzlediğim filmleri marka ipuçlarını tarayarak seçiyorum. Sadece marka yaratma ve yönetme becerilerime katkı sağlayacak kitapları okuyorum. Youtube'da markaya değmeyen hiçbir şey izlemiyorum.


Yurt içi ve dışı gezilerini planlarken, gittiğim yer bana marka temelli bir şey katabilir mi diye düşünüyorum. Kaldığım otelde, akşam yemeğini yediğim restoranda, bindiğim uçakta, doktor muayenesinde özetle aldığım her serviste sürecin marka deneyimi haritasını kontrol ediyor... Ben olsam nasıl daha iyisini yaparım diye soruyorum kendime. Sadece şirketleri ya da ürünleri değil, sokakları, semtleri, şehirleri, ülkeleri, coğrafi işaretleri, meslekleri, kişileri, sosyal projeleri de birer marka olarak görüyorum.


Bazıları bir sonraki aşama psikolojik tedavi dese de... Eninde sonunda her şey markaya çıkıyor bende. Çıkınca da mutlu oluyorum.


Bu yazı illa bir yere varacaksa şöyle kapatalım...

  1. Parayı boşverin. Size böyle hissettiren bir iş bulun ve sadece onu yapın.

  2. İşinizin bütünü sizde bu duyguları uyandırmayabilir. Fakat mutlaka bir bölümü sizi farklı şekilde tatmin ediyordur. Orayı sahiplenin. Ardından güçlendirin. Belki yolun sonunda kendinizi başka bir departmanda, şirkette ya da sektörde, daha değerli bir rolde bulabilirsiniz.

Aklıma gelmişken başa döneyim, yazının önemli noktalarını kalınlaştırayım. Okuması daha kolay olsun.

Sona da birkaç hashtag atalım. Şimdilik bu kadar.



668 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page