top of page

Türkiye'nin Bir Hikayesi Yok!

  • Onur Y.
  • 18 May
  • 4 dakikada okunur

Sene 1999.

Ekonomik gerileme ve sorunlar, aslında 1999 yılında başlamıştı.

Türkiye IMF ile stand-by anlaşması imzalamış, enflasyonu durdurmak için kuru çıpalamış yani sabitlemişti.

Olmadı. İlk büyük şok Kasım 2000'de geldi. Bir banka batışıyla finansal piyasalarda panik başladı. Faizler fırladı.


Şubat 2001 MGK toplantısında, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığı fırlattı. Bu olay piyasadaki tedirginliği paniğe çevirdi. Borsa çakıldı, faizler %700'ü aştı, döviz kuru patladı. Devamında Türkiye tarihinin en ağır ekonomik daralmalarından birini yaşadı. Binlerce şirket battı, işsizlik ve yoksulluk arttı.


Hükümet mevcut kadrosuyla krizi çözemeyince, Batı'nın direktifleriyle 22 yıldır Dünya Bankası'nda çalışan Kemal Derviş ithal edildi. Kemal Derviş, 13 Mart 2001 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti 57. Hükûmeti'nde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı oldu.


Kısa sürede IMF destekli bir yapısal reform paketi hazırlandı. Türkiye'nin 21. yüzyılda dünyaya sunduğu ilk hikaye buydu: Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı. Kemal Derviş programı, 14 Nisan 2001 tarihinde dünyaya ilan edildi.


2001: Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı

IMF ve Dünya Bankası desteğiyle hazırlanan programın amacı, yaşanan ekonomik krizin etkilerini azaltmak, makroekonomik istikrarı sağlamak ve sürdürülebilir bir büyüme ortamı oluşturmaktı.


Ana fikir doğruydu. Hikaye güçlüydü. Öykü lafta kalmamıştı; icraata dönmüştü. Ülke zaten dipteydi. Daha da batacağı yer kalmamıştı. Siyaset işe karışmamış, teslim olmuştu. Yukarı çıkış başladı.


2002: Yükseliş Dönemine Geçiş

Programın uygulanması ile beraber panik bitti. Enflasyon düşmeye başladı. Hikayeyi satın alan finansal piyasalara güven geldi.


3 Kasım 2002'de genel şeçimler gerçekleşti. Halk, onu zora düşüren tüm siyasi partileri cezalandırdı. Yeni kurulmuş Ak Parti, tek başına iktidar oldu. Ak Parti haricinde Meclis'e sadece CHP girebildi. Diğer tüm partiler barajın altında kaldı.


Recep Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olduğu için, Ak Parti Hükümeti'nin ilk Başbakanı Abdullah Gül oldu. Hükümet 18 Kasım 2002'de göreve başladı. O tarihte henüz 35 yaşında olan Ali Babacan, Ekonomi Bakanı seçildi.



Kemal Derviş’in başlattığı yapısal reform programını devam ettiren ve derinleştiren isim oldu. Hem uluslararası finans çevrelerinin güvenini sağladı hem de AK Parti’nin ekonomi politikalarının kurucu mimarlarından biri olarak öne çıktı. Global piyasalar nezdinde, Türkiye hikayesine bir ilave geldi: Büyüme.


Yıl 2003. Koltuk Erdoğan'ın.

Recep Tayyip Erdoğan, 8 Mart 2003 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak, görevi Abdullah Gül'den devraldı. Ali Babacan, Erdoğan tarafından göreve devam ettirildi. Babacan, genç, teknokrat, piyasa dostu bir isimdi. IMF ile ilişkileri sürdürdü, yapısal reform programlarını uyguladı.


2003–2007 Arası: İstikrar ve Büyüme Hikayesi

Erdoğan döneminin ilk yıllarındaki ekonomi politikaları “Derviş reformlarının devamı + AK Parti’nin siyasi güvencesi” temeline dayanıyordu. Makroekonomik istikrar sağlandı. Enflasyon tek haneye indirildi. Faiz oranları düştü. Bütçe disiplini sağlandı.


IMF Programı devam etti. BDDK eliyle bankacılık sistemi yeniden yapılandırıldı. Zor durumdaki kamu ve özel bankalar tasfiye veya satış yoluyla temizlendi. Mevduat güvenliği artırıldı.


Hukuki güvence ve siyasi istikrarla birlikte doğrudan yabancı yatırımlar (FDI) arttı. Telekom, bankacılık, enerji gibi alanlara yabancı sermaye girişi sağlandı. Tüpraş, Türk Telekom, Erdemir gibi stratejik kamu kuruluşları özelleştirildi. Bu satışlar devlete önemli nakit girişi sağladı.



Ortalama %6–7 büyüme sağlandı. İhracat rekorları kırıldı. Kamu borç yükü düştü, CDS puanları geriledi. Türkiye, 2005’te AB ile tam üyelik müzakerelerine başladı. Aynı yıl Türk Lirası'ndan 6 sıfır atıldı. O tarihte, 1 YTL 0.75 dolardı. Yani Türk Lirası Dolar'dan değerliydi.


Yeni bir Türkiye hikayesi doğmuştu: Doğu'nun Yükselen Yıldızı. Herkes bu hikayenin bir parçası olmak istiyordu.


2008: Hikayesizlik Başlıyor

2008 küresel finansal krizi kapıya dayandığında, Türkiye hâlâ IMF programı altındaydı. Ancak hükümet, IMF ile yeni bir anlaşma yapmadı. Babacan hâlâ oradaydı ama mesaj değişmişti. Artık "reform" değil, “direnç” konuşuluyordu.


Dünya batarken Türkiye'nin az etkilenmiş olması, rehavet getirdi. Reform yorgunluğu başladı. Anlatı değişti. Türkiye, 2001'de dibe vurmuş, 2007'de zirveye çıkmıştı. Ama zirvede kalmak için yeni bir hikâye gerekiyordu.


2009–2013: Gecikmiş Zirve ve Anlatı Krizi

2010 ve 2011 yıllarında yeniden yüksek büyüme rakamları kaydedildi. Ancak bu büyüme, artık üretim değil, tüketim ve krediyle besleniyordu. Dışa bağımlılık artıyordu.


Hikaye hâlâ yaşıyor gibiydi ama sadece kabuğu kalmıştı. İçerik yoktu. 2011 seçimlerinden sonra Babacan hâlâ görevdeydi ama etkisi azalıyordu. Ekonomi siyasallaşıyordu.


2013: Kırılma

Gezi Olayları'nın damga vurduğu 2013, siyasi ve ekonomik hikayenin çözüldüğü yıl oldu.


ABD Merkez Bankası’nın parasal genişlemeyi azaltmasıyla, gelişmekte olan ülkelerden yatırım çıkışı başladı. Türkiye, dışarıdan gelen sıcak parayla büyüyen bir ülke olduğu için kırılgan coğrafyalar arasında yer aldı.


O güne kadar sürdürülen büyüme modeli (ucuz kredi, ithalat, sıcak para) yerini yavaşlamaya bıraktı. Kurumlar zayıflıyor, liyakat yerini sadakate bırakıyordu. Merkez Bankası üzerindeki baskı giderek artıyordu. Ve en önemlisi: Türkiye artık bir hikâye anlatmıyordu.


2015–2023: Hikayesizlik Kurumsallaşıyor

Yeni bir hikâye yazılamadı. İçe kapanma, güven eksikliği ve popülist adımlar ekonomi politikalarının ana ekseni oldu.


Merkez Bankası'nın bağımsızlığı fiilen sona erdi. Enflasyon yeniden çift hanelere çıktı, sonra üç hanelere yürüdü. Hukuk güvenliği erozyona uğradı. Sermaye kaçışı başladı, doğrudan yatırım bitti. Türkiye'nin kredi notu, yatırım yapılabilir seviyenin çok altına indi.


Bugün: Hikayesiz Bir Ülke

Bu siyasi bir yazı değil. Ben de siyaset uzmanı değilim. Bu kronolojik anlatım, gerçekte bir hikaye analizi ve marka yazısı. Konu da belli: Ülke Markası.


2025'in ilk yarısında farklı projeler için pek çok kez yurt dışına çıktım.

Katar'da katıldığım, 30.000 kişiyi bir araya getiren Web Summit'te, 20 farklı ülkeden yatırımcılar, girişimciler ve iş insanları ile bir araya geldim.


Neredeyse hepsinin ortak söylemi şuydu: Türkiye'nin bugün bir hikayesi yok! Heyecan verici bir vaat ve iletişim göremiyoruz.


Haksız değiller. Türkiye uzun süredir "bir hikaye anlatmıyor." Yakın geçmişte "Doğu’nun Yükselen Yıldızı" olarak görülen ülkemiz, bugün yalnızca kendi kendine konuşuyor.


Elbette aslolan ne söylediğiniz değil, ne yaptığınızdır. İcraatlardır. Ancak icraatları başlatan şey hikayedir.

Hikaye, bir ülkenin kutup yıldızıdır. Vizyon göstergesidir. Her şeyin başlangıcıdır.


Ortadoğu'nun New York'u Dubai, uzun zamandır özgürlük hikayesi yazıyor. Katar ve Suudi Arabistan, bu öyküyü klonlamaya çalışıyor. Çin, çeyrek asırdır büyüme iletişimi yapıyor. Bir Kuşak Bir Yol manifestosu durgunlaşmış olsa da yola devam ediyor.


Trump "Make America Great Again" anafikri ile imparatorluğu geri istiyor. Tüm politik ve ekonomik adımlar, bu hikayeye göre atılıyor. Ülke ya da kıta öyküsü yazma noktasında fazla arogan ve durağan kalan Avrupa ise hala bu durumun sancılarını yaşıyor.


Siyaset nereye evrilir bilemem. Ancak kendi uzmanlığımla emin olduğum bir şey var: Bize yeni bir ülke hikâyesi lazım.

Bu yeni hikâye, sadece hükümet politikalarıyla değil; girişimcisiyle, akademisyeniyle, sanatçısıyla, iş dünyasıyla birlikte yazılır. Bir ülkenin markası; havalimanındaki ilk bakıştan, teknoloji üreten startuplara; hukuk sisteminden, uluslararası duruşuna kadar her temas noktasında inşa edilir.


Yeni hikaye; üretim, özgürlük, adil rekabet, küresel vizyon ve dijital çağın değerleriyle örülmelidir. Ve en önemlisi: Bu hikâye, sadece içeriye değil, dünyaya anlatılmak için yazılmalıdır.


Bu yazıyı neden kaleme aldığıma gelince... Dünyanın her yerinde yaşama ve iş yapma imkanına sahip olsam da, aklım, fikrim, emeğim, ailem, yatırımlarım ve gelecek planlarım bu topraklarda.


Kalpten bağlı olduğum ülkem, fiziksel olarak dünyanın merkezi. Bu coğrafi avantajı, hep birlikte Marka Türkiye'ye çevirebiliriz.


Marka olmayan bir ülkenin kaderi, başkalarının hikâyesinde figüran olmaktır.










 
 
 

Comentarios


Ara sıra zihin açan mesajlar almaya ne dersin? 

Görüşmek üzere!

© 2019 Tüm içeriklerin görsel ve yazılı hakkı Onur Yanık'a aittir. 

bottom of page