top of page
Onur Y.

Yalancının Mumu Markaya Kadar Yanar!

Güncelleme tarihi: 22 Nis 2020

Bize satmak için hep reklam vermeniz gerek dediler. Oysa ürününüzü ya da hizmetinizi değil reklamı yani kendilerini sattılar. Size yalan söylediler!



Marka biz Türkler için anlaması zor, karmaşık bir yapı. Oysa gavura göre kavram tek kelimelik, basit bir tanıma sahip: Clarity. Yani netlik.


Açık bir şekilde neyi ifade ettiğini tanımla, net olarak rakiplerinden farklılaş. Ardından yıllar boyu seni farklı kılan şeyin iletişimini yap. Bu kadar basit.


Tabi netlikten önce, gerçek olmak gerek. Rumi'nin dediği gibi, göründüğün gibi olmak ya da olduğun gibi görünmek şart. Gerçek olmadan netlik olamayacağına göre, yabancılar bunu artı bir değer olarak göstermiyor bile.


Fakat bizde durum pek öyle değil.


Yalanla ilk tanışma...

Marka üzerine çalışmaya okul biter bitmez başladım. İşlerin üniversitede anlatıldığı gibi yürümediğini öğrenmem kısa sürdü. Durumu anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyordum. Aradan yıllar geçse de asla unutamadığım gerçeklik öyküsü ile 23 yaşında tanıştım.


Henüz 365 günlük tecrübeye sahipken ajansımın kapısını bir iç giyim firması çaldı. Aslında işletmeye firma değil de iç giyim tüccarı/toptancısı demek daha doğru olur.


Kendince iyi bir tüccar olan beyefendi, başkasının mallarını satıp düşük komisyon almaktan sıkılmıştı. Kendi kadın iç giyim markasını yaratmak, katma değerli ürün satarak daha fazla kar elde etmek istiyordu. Motivasyonu ve iş hedefi sağlıklıydı.


Durum henüz ilk görüşmede, ben aklındaki markanın satış vaadini ve farklılığını anlamaya çalışırken garip bir hal almaya başladı. Beyefendi teknik sorularımı kesti. Bunları boşver, benim isteğim net diyerek devam etti: "Bana bir tasarımcı markası yapacaksın. Yani bir kadın ismi bulacaksın. O bu markanın yaratıcısı olacak."


Ders niteliğinde kısa sohbet

Ardından şaşırtıcı soru cevaplarımız başladı:


Peki firmanızda böyle bir tasarımcı var mı?

Yok. Sadece ben varım. Ancak gerek de yok.

Peki bu kişiyi sahneye çıkarmamız gerektiğinde ne yapacağız?

Bir şeyler ayarlarız.

Hmmm...

Hatta bak bu kadın yabancı olsun. Yabancı markalar daha çok para ediyor.

(İkinci) Hmmm...

Ama bizden biri gibi gözüksün.

Nasıl yani?

Yabancı olsun, yani bana yabancı bir isim bul. Ne bileyim Amanda gibi bir şey.

Sonra?

Amanda bir Türk ile evlenmiş olsun. Yani soyadını Türkçe uyduralım.

Uyduralım?

Yahu yaz bir şeyler. Amanda Deniz mesela.

(Üçüncü) Hmmm...

Hmmm'ı yok. Sonra başlarsın hikayeyi anlatmaya. Amanda buraya gelmiş, Türkiye'ye aşık olmuş, burada biriyle tanışmış evlenmiş. Yarı Türk olmuş. Sonra da bir marka çıkarmış.

... Bey, iyi hoş da ne bileyim müşterileriniz, basın, işbirlikçileriniz bu kadını görmek isterlerse ne olacak?

Göstermeyiz. Kendini saklıyor tasarımcımız deriz. Daha havalı olur.

Havalı diyorsunuz. Yalan söylemiş olmayacak mıyız?

Kardeşim, marka yapıyoruz işte. Marka dediğin kurgu değil midir? Sana işini ben mi öğreteceğim?

Valla işimi öğretebilir misiniz bilmem... Ama sizden şimdiden çok şey öğrendim. Bu kadar ders yeter. Sizin bana ihtiyacınız yok; doğuştan markacısınız. Bana müsaade...


Hikayeler devrindeyiz. Markalar aracılığı ile öyküler anlatıyor, fark ve farkındalık yaratıyoruz. Fakat bazılarımız için hikayemizin gerçek olması gerekli değil. Uydurabiliriz. Nasılsa diğer markalar da uyduruyor diye düşünüyoruz. Ancak yanılıyoruz.

Ne iş yaparsanız yapın, gerçek olmayan hiçbir şey marka olamaz. Bir süreliğine olmuş gibi görünse de, bir gün patlar. Üstelik fena patlar. İşletmenizi de sizi de üçkağıtçı yapar.


Markanızı kurgularken, mevcut özelliklerinizi parlatıp, nispeten abartabilirsiniz. Ancak daha sonra o seviyeye çıkmak için çalışırsınız. Bunun adı vizyondur.


Diğeri ise... Olsa olsa yalan olur. Yalandan marka olmaz!




782 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page