İstanbul bayramda şiddetli bir yağış yaşadı. İmamoğlu, tam da ülkesel bir çıkış aradığı bir dönemde ayağına kadar gelmiş bu iletişim fırsatını kaçırdı. Konuyu, Ekrem İmamoğlu kişi markası üzerinden kaleme aldım.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu konu alsa da bu bir politika yazısı değildir. Ben de siyasi bir eleştirmen değilim. Siyaset ve din tartışmayı hem sevmem hem de anlamsız bulurum. Herkesin siyasi görüşü ve inancı kendinindir.
Bu bir iletişim yazısıdır. Kişisel marka analizidir. Konuya global boyutta kendini adamış, aktif olarak Türkiye’nin en iyi şirketlerine kişisel marka eğitimi veren, farklı segmentlerde ülkenin önemli kişi markalarıyla çalışan, kendini markalaştırmak isteyen girişimcilere gönüllü bilgi sunan bir uzmanın Ekrem İmamoğlu markası analizidir.
Ne Olmuştu?
Bayram’da İstanbul’da ciddi bir yağış yaşandı. Şiddetli yağmur göz göre göre geldi. Meteoroloji uyardı, AFAD uyardı, gazeteler ve internet siteleri uyardı. Yağmur bir gecede İstanbul’u esir aldı.
Çok şükür bir can kaybı yaşanmadı. İstanbul Valisi ve İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu yağmur sonrası sahaya inerken, Ekrem İmamoğlu tatildeydi. Şehre dönmedi, sahaya inmedi, hızlı bir açıklama yapmadı. Birkaç gün sessizliğe büründü. Arada gelen kritikler karşısında, eleştirenleri kötülük yapmakla suçladı.
Bir kamu görevlisinin veya siyasetçinin tatil yapması ve ailesine vakit ayırması insani bir hak. Ancak bu konuda Sayın Ekrem İmamoğlu’nun 3 yılda yaşadıkları talihsizlik ya da şanssızlık boyutunun ötesine geçmiş durumda.
17 Ağustos 2019’daki sel baskınında İmamoğlu Bodrum’da tatildeydi. Elazığ depremi olduğunda şehri ziyaret etti. Kısa bir süre kalıp, Erzurum’a kayak tatiline geçti. İstanbul’da kar felaketi yaşanırken bir büyükelçiyle balıkçıda buluşması gündem oldu. Sonuncu da işin tuzu biberi.
Eleştiri Dozunun Sebebi
Ekrem İmamoğlu sıradan bir siyasetçi ya da herhangi bir belediye başkanı değil. İstanbul’u 25 yıl sonra Ak Parti yönetiminden geri almış biri. Muhalefet için bir kahraman, Ak Parti ve Ak Parti’ye gönül verenler için bir anti-kahraman. Ayrıca potansiyel bir Cumhurbaşkanı adayı. Net olarak açıklamasa da kendisi de böyle düşünüyor; devletin başı olmayı fazlasıyla istiyor.
Böylesi önemli bir hedefiniz ve hırsınız varsa… İş ve özel yaşamınız yakından izlenir. Her adımınız ve sözünüz takip edilir. Kamuya mal olmanın bedelidir bu. Siyasetçi bunu kabul ederek yola çıkar.
Hata yapabilirsiniz ancak hatanızı tekrar eden bir yanlışa çevirme lüksünüz olmaz. Rakiplerinize pas veremezsiniz. Verirseniz, golü atarlar. Öyle bir gol sevinci yaşarlar ki algı golün bile önüne geçer. Son günlerde hükümete yakın yayınlarda yaşanan budur. Ekrem İmamoğlu rakip forvete, kendi kalesine doğru gollük bir pas vermiş defans oyuncusudur.
İmamoğlu’nun Açıklaması
Ekrem İmamoğlu 14 Temmuz Perşembe günü, sel afetinden 72 saat sonra (çok geç) bir basın açıklaması yaptı. Açıklaması özetle şöyleydi…
Yaşadığımız bir afet değildi. Sadece şiddetli bir yağıştı.
Alt yapısını bizim yaptığımız hiçbir yerde sorun yaşanmadı.
Önceki yönetimlerin yanlış uygulamalarının olduğu noktalarda problem oldu.
Bu benim suçum değil. Onların yıllara yayılan hatası.
Evet, yağışın benim tatilde olduğum zamana denk gelmesi talihsizlik.
Ancak ben uzakta da olsam işimin başındayım.
Üstelik İstanbul’u tek adam rejimi yönetmiyor.
Biz öylesine kolektif bir sistem kurduk ki ben uzakta bile olsam sistem tıkır tıkır çalışıyor.
Ben çizme giyip poz verme niyetinde değilim. Hatta bunu yapanları art niyetli buluyorum.
Ekrem Başkan, kendine göre haklı olabilir. Söyledikleri doğru da olabilir. Ancak bunların hiçbiri, ne kendisine oy verenlerin ne de vermeyenlerin algısını değiştirmez.
Marka itibarında algı tek gerçektir. Hep dediğim gibi… Marka, insanların zihninde yaşar. Markanın gerçek sahibi, tüketicileridir. Ekrem İmamoğlu, en kritik dönemde halkın zihninde yaşayan Ekrem İmamoğlu markasına büyük zarar vermiştir. Üstelik bunu kendi yapmıştır.
Bu açıklama İsveç, Norveç ya da Almanya gibi, şahıstan bağımsız sistemlerin konuştuğu metodik ülkeler için anlamlı olabilir… Ancak Türkiye gibi duyguları ile hareket eden bir toplumda anlam ifade etmez.
Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde iyi işleyen bir sistem ve takım kurmuş olabilir. Ancak biz İstanbullular 3 yıl içerisinde bu takımı ne gördük ne de duyduk. Belediye, İmamoğlu dışında şahıs figürleri ve markaları yaratmadı. Bu kişileri kamuoyu önüne çıkarmadı. İmamoğlu hiçbir noktada ben tek değilim, biz bir ekibiz demedi. Ne sosyal medya hesaplarında ne de şehre yerleştirdiği hizmet reklamlarında, sistemin ya da diğer şahısların tanıtımını yapmadı.
Dolayısıyla ben açıklamaya Ekrem Başkan’ın bile inandığını düşünmüyorum. Kaldı ki sistem-takım oyunu kavramları, Ekrem Bey’in marka değerleri de değil. O da Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir tek adam markası.
Kendime soruyorum… Ancak mantıklı bir cevap veremiyorum: Ekrem İmamoğlu, ülkenin tamamın yönetmeye aday iken, böylesi kritik bir iletişim hatasını nasıl olur da yapar?
Ekrem İmamoğlu Markası
Kabul edelim… CHP, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak Ekrem İmamoğlu’nu aday gösterdiğinde, hiç birimiz ona şans vermemiştik.
İstanbul 25 yıldır Ak Parti’nin kalesiydi. Karşısındaki aday tüm Türkiye’nin tanıdığı eski Başbakan Binali Yıldırım’dı. Maddi ve manevi avantaj Ak Parti adayındaydı. İmamoğlu tanınırlık ve bilinirlik açısından oldukça gerideydi. Üstelik bu açığı kapamak için, medya görünürlüğü şansı da yoktu.
Oyunu beğenmiyorsan masayı değiştir. O da olmuyorsa masayı devir deriz her zaman. Ekrem Bey masayı devirdi. Sahaya indi. Kitleden bireye değil, bireyden kitleye gitmeye başladı.
Her gün, günün her saati, İstanbul’u karış karış gezdi. İnsanların arasına karıştı. Tokalaştı, sarıldı, dinledi, sohbet etti. Seni sevdim ama sana oy vermeyeceğim diyenlere bile sükunetle yaklaştı. Teyzecim kurban olayım sana… Şu kardeşine bir şans ver, göreceksin fikrin değişecek dedi gülümseyerek.
Sahada insanlar içerisinde olmayı herkes beceremez. Yüksek enerji, gençlik, dinamizm ve sosyal beceri ister. İmamoğlu hepsi bende var dedi, üstelik bu becerileri uygulamaya dönüştürdü. Sonunda da başarılı oldu.
Görünen köy kılavuz istemez… Ekrem İmamoğlu’nun marka fikri sahada olmaktır. İnsanlara karışmaktır. Samimi aksiyondur. Gezmektir. Çalışkanlıktır. Sistem, takım oyunu, uzaktan yönetim değildir. Zaten bu kavramlar Türk halkına anlamlı gelmez. Niş kalır.
Özetle, Ekrem İmamoğlu, Recep Tayyip Erdoğan ile aynı kişi markası damarından beslenir. Siyasi anlayışları ve yaşam görüşleri farklıdır. Ancak iki figür de benzer marka temelleri üzerinden yürür.
Başarı uzmanı ve eğitmeni Mümin Sekman’ın güzel bir sözü var… Türkiye’de başarılı olmak için büyük buluşlar yapmanıza gerek yok. İşin temel gerekliliklerini yapın yeter der.
Sözün iletişim okuması şudur… Ekrem İmamoğlu’nun 1 yıllık çalışma sonucunda, İstanbul’un tüm alt yapısını değiştirip, yapay zekayla kenti akıllı şehir haline getirdiğini düşünün. Alacağı takdir ve oy…Yağış alanında, eline plastik bir kova… Sel basmış dükkanda esnaf ile birlikte dışarıya su atmasının gerisinde olacaktır.
Elbette modern yönetime göre birinci doğrudur. Akıl ve yönetim bilimi bunu gerektirir. Ancak siyaset akla değil kalbe dokunma sanatıdır. Ekrem Bey de şehir yönetimi doktorası yapmış bir akademisyen ya da bilim insanı değildir. Pratik zekalı, sosyal becerileri güçlü, kişiliği sahada, insana dokunarak anlam bulan bir şahıs markasıdır.
Peki Öyleyse Neden?
Ekrem İmamoğlu zeki bir yönetici. Farkındalığı yüksek, hazır cevap, hızlı karar verip uygulayabilen bir siyasi profil. Onu başarılı kılan faktörleri bilmediğini ya da görmediğini düşünmüyorum.
Öyleyse tekrar soralım… İmamoğlu, böyle bir hatayı neden yapar? Başka bir deyişle… Ekrem İmamoğlu bildiğini neden yapmaz?
Objektif bir şekilde değerlendirdiğimde, kendimce 3 cevaplı bir sonuca ulaşıyorum.
01. Kibir
Siyasette ego iyidir. Kazandırır. Egosu olmayan siyasetçi olamaz. Ancak lider olabilmek, egoyu kontrol edebilme becerisi gerektirir.
Erkem İmamoğlu egosu mükemmel başlamış ancak kötü bitmiş bir film tadı vermeye başladı. İktidarın baskısı ve eleştiriler, Ekrem Bey’in güçlü egosunu kibire çevirdi.
Türk insanı, güçlü ve babacan patronları-yöneticileri sever. Hem döven hem seven teknik direktörleri beğenir. Onlara saygı duyar. Hatta ülke başbakanına baba bile der. Ancak Anadolu kibirden hoşlanmaz.
Ekrem Bey’in savunma mekanizması olarak kullandığı kibir, ona zarar veriyor. Keskin sirke kabı deliyor. Üstelik bu kibir, Ekrem Bey’in atanmış yöneticilerine de sirayet etmiş durumda.
02. Niteliksiz İletişim Ekibi
Kim ne derse desin… Ekrem Bey’in kişisel markası kötü yönetiliyor. Çevresinde ona, yanlış yapıyorsun başkanım ya da bu doğru değil diyebilen, kişisel marka kavramını bilen, Ekrem İmamoğlu markasını doğru anafikir üzerinden yöneten bir ekibin olduğunu düşünmüyorum.
Ekrem İmamoğlu muhtemelen ona duymak istediklerini söyleyen ve kararlarına kafa sallayan bir iletişim ekibine sahip.
03. Tutku Azalması
Bu yazıyı kaleme almadan önce, İmamoğlu’nu her dozda eleştiren onlarca köşe yazısı okudum. Diğer taraftan her koşulda Ekrem Başkan’ı savunan postlara göz attım. Bana göre en doğru yaklaşımı getiren kişi Fatih Altaylı’ydı. Şöyle yazdı Altaylı…
“İstanbul’da afet olduğu zaman İmamoğlu’nun İstanbul’da olmamasını ve seçimin üzerinden birkaç ay geçmişken tatilde olmasını ilk eleştiren bendim seçildiği yıl.
Zorlu ve tartışmalarla dolu bir seçimin hemen ardından tatil yapması garibime gitmişti. O da ‘Çok yoruldum bu seçim kampanyasında’ diye yanıtlamıştı eleştirileri. Üzerinden 3 yıl geçmiş. Bugün tatilde olmasını çok garipsemiyorum doğrusu. Olabilir.
AK Partili belediye başkanlarının da tatilde ya da kent dışında olduğu çok felaket gördü İstanbul. Olabilir. Organizasyonu iyi yaptıysan, doğru yaptıysan, ille de çizme giyip şov yapmak gerekmez. Ancak ben ortada başka bir sorun görüyorum. İmamoğlu hırslı ve yüksek hedefleri olan bir siyasetçi olarak biliniyor ve görülüyor.
Ancak bu yüksek hedeflere uygun bir ‘tutkusu’ yok sanki. Hedef başka bir şeydir, tutku başka bir şey. Siyaset dışı bir alandan örnek vereyim. Spordan.
Ali Koç diye bir adam var. Türkiye’nin en köklü, en zengin sanayici ailesinin 3 varisinden biri. Hiç yoksa şahsi serveti 3-4 milyar dolardır. Aile varlığını ise hesaplayamayız bile.
Büyük bir tutku ile Fenerbahçe’ye bağlı. 4 yıl önce Fenerbahçe Başkanı seçildi. Yani İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinden 1 yıl önce. Ve bugün bayram.
Ali Koç’un 50 metrelik teknesi Göcek’te demirli. Ali Koç ailesi ile birlikte teknesinde ya da dünyanın herhangi bir noktasında tatil yapıyor olabilirdi. Ama Ali Koç teknesinde değil. Göcek’te değil. Gökova’da değil. Yunan Adaları’nda değil. İonya Denizi'nde değil. Sardunya’da değil.
Ali Koç Fenerbahçe tesislerinde. Fenerbahçelilerle bayramlaşıyor. Fenerbahçe’nin hakkını yediğini düşündüğü eski Federasyon ve eski Fenerbahçe 2. Başkanı Nihat Özdemir’e çatıyor. Transferi takip ediyor. Belki yarın teknesinde olacak bilmiyorum. Ama o an orada. Çünkü tutkusu var.
Başarılı bir Fenerbahçe başkanı olacak mı, olmayacak mı bilmiyoruz. Ama çok tutkulu olduğunu, takımına aşık olduğunu kuşkusuz biçimde biliyoruz. Canı istese İngiltere’de en büyük takımı alır ama o Fenerbahçe’ye tutkulu.
Ekrem İmamoğlu’nda eksik olan o tutku bence. Yoksa muhtemelen altyapı konusunda çok önemli işler yapmış olmalı ki, Üsküdar’ı, Eminönü’nü, Dolapdere’yi bu kez sel basmadı. Ama yine eleştiriliyor.
Çünkü insanlar o tutkuyu görmek istiyor bir siyasetçide ve İmamoğlu'nda göremiyor. Bu yüzden de kendini kandırılmış hissediyor. Hele Türkiye’nin en tutkulu siyasetçisine rakip görüyorsan kendini. Ondan bile tutkulu olmak gerekiyor.”
Ekleyecek tek bir sözüm yok. Tutkulu olmak ve görünmek her şeydir. Almanya’da çalışmaz. İsveç’te çalışmaz. İmamoğlu Helsinki Belediye Başkanı olsa çalışmaz. Ancak Türkiye’de gereken ilk şey budur.
Tutkulu belediye başkanı bedel öder. Tatilini yarıda keser, ailesinden özür dileyerek şehre döner. Çizmelerini giyer… Hiçbir faydası olmayacağını bilse bile yağmur altındaki yerleri ziyaret eder. Çalışmalara bizzat katılır. Zaten katılmazsa aklı kalır. Uyuyamaz. Yerinde duramaz.
İmamoğlu, tam da ülkesel bir çıkış aradığı bir dönemde, ayağına kadar gelmiş bu iletişim fırsatını nasıl kaçırır… Aklım almıyor.
Allah iletişim danışmanlarına akıl fikir versin.
İmamoğlu onu başarılı kılan marka fikrine geri dönecek mi... Yoksa yola son zamanlardaki gibi mi devam edecek... İzleyip birlikte göreceğiz.
Ben daha önce Ak Parti'deki Tutku'yu görüp onlara oy vermiş fakat daha sonra bunun Kibre dönüştüğünü görüp Ekrem İmamoğlu'na oy vermiş biri olarak çok pişmanım (o Kibre güzel bir cevap oldu o başka) buradan artık ne yapsa geri dönüşü olmayacağını çıkarabilirsiniz